23 Ekim 2014 Perşembe

Yaklaş, Adnan (Orlando)" diye fısıldadı Dağın Yaşlısı(Hassan Sabbah). "Daha yakına buraya otur."
Başları neredeyse aynı yükseklikteydi. Yüzlerinin arasına sadece bir karış mesafe vardı. Quaim (Hassan Sabbah) şaşılacak denli güçlü sesle konuşuyordu: “Tanrı’ya inanıyor musun?”
"Sadece inanmakla kalmıyor, onu görüyorum da" diye karşılık verdi Orlando.
"Onu görüyor musun?"
"Yarattıklarıyla her gün karşımıza çıkıyor."
"Demek bir yaratıcıya inanıyorsun! Neden?"
"Bunu nasıl sorabilirsiniz? Göğü ve yeri ondan başka kim yaratabilir?"
"Demek her şeyin birileri tarafından bir zamanda yaratılmış olduğunu düşünüyorsun."
"Elbette, başka türlü nasıl olabilir ki?"
"Peki onu kim yarattı?"
"Kimi?"
"Yaratıcını?"
"Tanrıyı kimse yaratmamıştır. O her daim var olmuştur."
"Tuhaf" dedi Dağın Yaşlısı, "söz konusu Tanrı olduğu zaman, baş ve sonu olmayan, her zaman var olan ve var olmayacak olan bir şeyi tasavvur etmekte güçlük çekmiyorsunuz. Ancak sıra kainata gelince, onu yaratmış olan birisiyle ihtiyaç duyuyorsunuz. Sayısız yıldızla dolu kainatın sonsuzluğuna bak. Ne zamana, ne mekana bağlı olmadan, ezelden beri var ve sonsuza dek var olacak. Bir Tanrı olsa bile, böyle bir şeyin birisi tarafından yaratılmış olabileceğine aklın yatıyor mu gerçekten?"
"Ama Tanrı…"
"Kaşfol as-Rar, son sır işte bu: TANRI YOKTUR!
Tanrı sadece bir düşten ibarettir. Ancak insan düş görmek zorundadır, aksi taktirde aklını yitirebilir. Biz hepimiz şifa bulmaz bir din budalasıyız.”
"Tanrı’nın varlığından şüphe mi ediyorsunuz?"
"Varlığından şüphe duymuyorum, onun varolmadığını biliyorum. Yüksek ateşten dolayı sayıkladığımı sanma sakın. Aklım başında. Şimdi beni iyi dinle!
Üç tür insan vardır:
Tanrı’yı arayan ve bulduktan sonra ona hizmet edenler;
Tanrı’yı arayan ama bulamayanlar;
İhtiyaç duymadıkları için onu aramayanlar.
İlk grup mutlu, ama mantıksızdır. Son grup belki mutlu değildir, ama mantıklıdır. Durumu en kötü olanlar ise ortadakilerdir, çünkü hem mutsuz, hem de mantıksızdırlar.”
"Tanrı’ya inanmanın mantıksızlık olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?"
"Var olmayan bir şeye inanmak mantıklı bir davranış mıdır?
Hayatta gerçekleştirilmesi en güç olan imandır."

"İman, gerçek olan her şeyi gerçek olmayana dönüştürür."
"Tanrı, varolan her şeyin yaratıcısıdır."
"O bizi değil, biz onu yarattık."
"Ya Muhammed ve İsa?"
"Onlar da bunu biliyordu. Sırra vakıf olmuşlardı."
"Yani Tanrı’nın varolmadığını bildiklerini mi söylüyorsunuz?"
"Evet"
"Demek onların birer yalancı olduğunu düşünüyorsunuz?
"Hayır, onlar insana yalan söylemediler. Onlara, insanlığa verilebilecek olan en değerli şeyi sundular: Ölümsüzlük hayali. Bunun yanında gerçeğin ne önemi kalır ki? Biz gerçeğe sahip olduğundan daha büyük bir önem veriyoruz. Bir düşüncenin gerçeğe dönüşmesinden daha büyük bir hayal kırıklığı var mıdır?"
"Nasıl olur? Tanrı uğruna yaşamlarını feda eden bunca insan, bir hiç uğruna mı öldü?"
"Tanrı uğruna savaşmak mümkün değildir" diye karşılık verdi Quaim. "Kuran’ın yirmi dokuzuncu suresinde söyle yazmaz mı: ‘Allah uğruna savaşan, kendi ruhunun kurtuluşu için savaşş olur. Allah, kendi yarattıklarına ihtiyaç duymaz."
"Fakat neden?.."
"Yaşamın nasıl olması gerektiği konusundaki görüşlerimiz, yaşamın gerçekte nasıl olduğuyla örtüşmüyor. Etimizin yaşlanması, geçiciliği, çürümüşğün pis kokusu midemizi bulandırıyor. Demek insan Tanrı’nın süretinde yaratılmış! Ne büyük bir yanılgı!
İnsan, varlığının sadece kısa süreli olduğunu kabul etmek zorunda değil. Suya ve havaya nasıl ihtiyaç duymakta. Kendisini ölümsüzlük düşüncesine o denli ihtiyaç duymakta. Kendisini koruyan yüce bir varlığa iman etmek, en zayıf insana bile muazzam bir güç kazandırır. Mesela Tanrı’nın var olup olmaması değil. Esas önemli olan, ona duyulan inanç. Dinler bu nedenle bu kadar büyük önem taşır. Onlar olmasaydı, insanın hayvandan farkı olmazdı. Tanrının süretinde yarıldığı inancı insana onur ve sorumluluk duygusu kazandırmıştır.”
Quaim bitkin bir ifadeyle sustu. Uzun bir moladan sonra da tekrar konuşmaya başladı:
"Dinleri bu kadar büyük yapan şey, insanların onlara bağladıkları umuttur. İyi ve adil bir varlığa inanmak, insanları daha soylu kılıyor. Tanrı sadece bir ideal, ama ideallerimiz varlığımızın iyi kısmı değil midir? Gerçek o kadar acınası, o kadar zavallı ki! Tanrı’nın varolmadığı fikrinde insanı avutan birşeyler var.""
— Ernst W. Heine, Güvercinin Gerdanlığı Alamut’a Dönüş

1 yorum:

  1. İlginç bir yaklaşım... Sanırım tamamını okumak lazım, bi'şeyler söyleyebilmek için...

    YanıtlaSil